Sahipli definenin korkunç gerçeği

Olay 1975 yılında Balıkesir ilinin yüz haneli ücra bir köyünde gerçekleşti. Köy bir dağ yamacına kurulmuştu ve dağdan akan su köyün yanından geçip giden dereye karışıyor yerleşim bu iki derenin birleştiği yerde bulunuyordu. Dağdan inen yüksek debili suyun üç değirmeni vardı. Birinci değirmenin çarkı hala çalışıyor, ve yöre halkı olayın geçtiği 1975 yılında hala buğdayını bu değirmende öğütüyordu. İkinci değirmen çok eskiydi ve yıkık duvarları insan boyunun yarısını geçmiyordu. Üçüncü değirmenin ise sadece temel taşları belli oluyordu ve diğer iki değirmenden daha uzak bir konumdaydı. Fakat bu yapının 30 metre yakınında düzlüğe inşa edilmiş çatısı olmayan bir damı bulunuyordu. Hikayeye konu olan bu damın bir zamanlar değirmen sahibinin evi olduğu düşünülüyordu. Yöre halkının dikkatini çeken ise değirmenden eser kalmamışken evin duvarlarının hala ayakta olmasıydı.  Öyle ki ne kadar eski olduğu anlaşılan kapının menteşeleri hatta pencere demirleri bile yerinde duruyordu.

Yıllardır köylünün ilgisini çeken bu damın geceleri ışıklarının yandığını görenler bile vardı. Buna benzer ilginç olaylar bir dedikodunun oluşmasına ve kısa sürede bütün köyün buna kesin olarak inanmasına yol açtı. Birkaç yıl içerisinde herkes damın zemininde bir hazinenin gömülü olduğunu kabul etti.

Bu hikayeye inanan 30’lu yaşlarında üç arkadaş köy kahvesinde buluştular. En köşedeki masaya geçtiler ve birbirlerine diğer köylerdeki define hikayelerini anlatmaya başladılar. Bu hikayeler anlatıldıkça heyecanları artıyor, zenginlik hayalleri kurmaya başlıyorlardı. Akıllarına sürekli değirmendeki hazine geliyordu. Uzun ve heyecanlı konuşmaların ardından kararlarını verdiler, gidilecek günü ve saati belirlediler.

Bir hafta sonra gece geç bir saatte ikinci değirmenin yanında buluştular. Her birinin elinde kazma, kürek ve el feneri vardı. Kazma ve kürekleri sırtlayıp, üçüncü değirmene doğru yürüdüler. On dakika sonra damın kapısının önüne varan üç arkadaş vakit kaybetmeden kapıyı açıp içeri girdiler. Dam 20 metreye 10 metre genişliğinde, odalara ayrılmamıştı ve bir kutuyu andırıyordu. Köye bakan orta büyüklükte iki penceresi, pencerelerin ortasında ise taşlarla örülmüş bir şöminesi vardı. Zemin harçla sıvanmış kusursuz düzlükteydi.

İlk defa içine girdikleri bu evin çatısı olmadığından kafalarını kaldırdıklarında yıldızları ve hilal biçimindeki Ayı görebiliyorlardı. O an biraz duraksadılar çünkü korku, heyecan, ve tavanın boşluğunda asılı duran binlerce yıldız, arkadaşları oldukça etkilemişti.

Kısa bir süre sonra içlerinden biri birkaç adım atıp pencerenin yanında durdu. Elindeki feneri yakıp pencereye bıraktı. Fener doğrudan orta yeri aydınlattı. Diğerleri de pencereye fenerlerini bıraktılar. Ardından kazmaları alıp orta yere geldiler. İçlerindeki korku onları durdurmaya çalışıyordu. Üçü de birbirine birer bakış fırlattı. Sonra hiç konuşmadan kazmaları sallamaya başladılar. Beton sağlamdı ve kolay kırılacağa benzemiyordu. Her vuruşta betona çarpan kazmalar kıvılcım fırlatıyardu. Bunun yanında her darbe şiddetli bir ses çıkarıyordu. Birkaç dakika boyunca kazma vurmaya devam ettiler fakat tam betonun kırılacağı anda yer öyle bir sarsıldı ki ayakta durmakta zorlandılar. Pencereye koydukları fenerler yere düşmüş, kendileri yere oturup birbirlerine tutunmuşlardı. İçlerinden biri ağlamaya başlamış diğerleri de korkudan bembeyaz olmuşlardı. Allah’a yalvarırlarken yukarı baktılar ve ne yıldızları ne de Ayı göremediler. Gökyüzü bile yoktu. Artık evin kan damlatan sıvalı bir tavanı vardı. Etrafa damlayan kanı ve bir anda tepelerinde beliren tavanı gören üç arkadaş yaşadıkları dehşetle her şeyi orada bırakıp dışarı çıktılar ve köye doğru koşmaya başladılar. Kemiklerine kadar hissettikleri korkuyla ne evlerine ne de başka bir yere gidemediler. Köy meydanına vardıklarında sokak lambasının altında soluklanıp gördüklerine bir anlam vermeye çalıştılar. Birkaç saat oldukları yere oturup sakinleştiler ve köyün en kuvvetli hocasına gidip herşeyi anlatmaya karar verdiler.

Sabah ezanı okunduğunda hocanın kapısı önüne varmışlardı. Kapıyı çaldılar. Sabah namazı için kalkmış olan adam çok geçmeden kapıyı açtı. Ve karşısında duran üç arkadaşı görünce şaşkın bir halde içeri davet etti. İçeriye girdiler ve olan biteni anlatmaya başladılar. Anlatılanlar karşısında soğukkanlı duruşunu bozmayan hoca konuşurken sesleri titreyen arkadaşlara birkaç öğüt verdi, kendilerine musallat olmayacaklarını sadece korkutup kaçırmak istediklerini, hayatlarına devam etmelerini tavsiye ederek onları yolladı.

Bu olayların şokunu atlatmaları birkaç ay sürdü. Hayatları normale giren arkadaşlar artık yaşadıklarını unutmuşlar, orada yatan zenginliği düşünmeye başlamışlardı. Akşamları, plan yapmak, define sohbetleri gerçekleştirmek için köy kahvesinde buluşuyorlar, harekete geçmek için birbirlerini cesaretlendiriyordu. Fakat unuttukları bir şey vardı. Hazinenin koruyucuları hala oradaydı ve alınması mümkün değildi. Bu gerçeği hatırladıktan kısa bir süre sonra ortak bir karara vardılar. Planları hocayı bu işe dahil etmekti çünkü bu büyüyü çözebilecek ilime sahipti.

Hemen harekete geçtiler, hocanın kapısını çaldılar ve saatler süren bir sohbetin ardından yaşlı adamı ikna ettiler. Ertesi gün gündüz vakti yola çıktılar. Hocanın isteğiyle yanlarına ne kazma ne de kürek aldılar. Yalnız yaşlı adamın elinde bir horoz ve bir bakraç kül vardı. Arkadaşlar da hocanın bilgisinden hiç sual etmeden üçüncü değirmene vardılar. Hoca damın kapısını açtı, içeri girip baklacındaki külleri zemine serpmeye başladı. Her noktaya eşit şekilde tüm külleri serpti. Ardından horozu alıp ayaklarındaki düğümü çözdükten sonra içeri salıverdi. Geri dönüp kapıyı kapattı. Cebinden çıkarttığı ipi bir şeyler mırıldanarak kapıdaki bir delikten ve duvardaki demir halkadan geçirip kör düğüm attı.
Hocanın yaptıklarından hiç bir şey anlamayan arkadaşlar yaşlı adama şimdi ne yapacaklarını sordular. Hoca yarın yine geleceklerini söyledi.

Tekrar köye dönen grup ertesi gün yine aynı saatte aynı yere geldiler. Hoca kapıdaki düğümü çözdü ve kapıyı açtı. Kapının eşiğinde duran dört adam içeride horozu göremedi. Horozun çıkacağı pencerenin delikleri içinden geçebilmesi için çok dardı. Ancak uçarak kaçabilirdi. Asıl bu defineci grubunun başından aşağı kaynar sular döken şey yerdeki bebek ayak izleriydi. Sanki bir bebek küllerin üzerinde gezinmişti. Zeminde hiç horoz izi yoktu.

Bunun üzerine yaşlı adam üç arkadaşa dönüp kim buradaki büyüyü çözüp hazineyi almak istiyorsa kendi soyundan bir bebek kurban etmesi gerektiğini söyledi. Bu sözler arkadaşlarda büyük bir şok etkisi yarattı. Bir daha kimse oraya gitmedi. Bu olay günümüzde bütün köy tarafından bilinmekte.

Üç arkadaştan biri olan yakup amcayı bir ziyaretimde tanımıştım. Yaşadıklarını bir köy evinde sobanın dibinde çayımızı içerken anlatmıştı bana. Dinine düşkün yetmiş yaşlarında bir adamın yalan söyleyeceğine hala ihtimal vermiyorum.

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 2 YORUM
  1. Anonim dedi ki:

    Kim.beni.seviyor

  2. Anonim dedi ki:

    yerini söyleyin ben açim

BİR YORUM YAZ