Ermeni Paraları, Tanıkların Ağzından

KACUNİ TOROSİ KARAGÖZYAN’IN TANIKLIĞI ( Doğum 1905, ŞEBİNKARAHİSAR, TAMZARA KÖYÜ)

Kasabamız Tamzarada ne güzel anılar var. Vardavar yortusunu kutlayışımız; söğütler, taşlar, her şey aynı kalmıştı; yalnız Ermeniler artık yoktu. Anılara dalmış olarak baba evimize vardık. Şimdi evin kapı ve pencereleri yerinde değildi. Yağmacılar evde bulduklarıyla yetinmemiş, kapı ve pencereleri de götürmüşlerdi: Bize eşlik eden Ermeniler Giresun’a gitmek üzere yolculuklarına devam ettiler. Ben ve ablam ise zengin Mustafa Efendi’nin dükkânının önünde durduk. Mustafa Efendi oturduğu yerden kalktı ve şaşkın biçimde acınacak halimize bakıyordu. Hemen bizi evine götürdü, karısına tavsiyelerde bulunup dükkânına döndü. Karısı, anneme emniyette olmaları için iki kızını yanlarında bırakmasını söyleyen ve annemden ret cevabı alan aynı hanımdı. O hanım ailemizin hikâyesini duyunca, acımıza ortak oldu ve konuşmaya başladı:

“Vah, vah! Bizimle barış ve huzur içinde yaşayan bu millete niye zulmettiler?” dedi. O bir Türk kadınıydı; ama sonuçta o da insandı.

Onun da aynı şekilde insan olarak bir vicdanı ve kalbi vardı. Bütün bu olaylar sırasında, toplumun tüm kesimlerinin bu kötülüklere ortak olduğu söylenemez. Kadın bize yemek verdi, elbiseler buldu; insana benzedik. Orada birkaç gün kaldık. Sonra Büyük Ağa adında bir Türk dükkâncı geldi ve beni hatırladı. O adam beni evine aldı; orada evimizin mobilyalarını gördüm. Ertesi gün beni dükkânına götürdü; orada babamın dokuduğu kumaş toplarını gördüm; yüreğim burkuldu. Ama ses çıkarmadım. Çalışıyor, hayatımı kazanıyordum. Ben aynı zamanda ağamın ahırını da temizliyordum. Bir gün alacakaranlıkta ineklere su verdiğim sırada, inek elimi yalamaya başladı. Baktım ki bizim inek; beni, kendisine su veren küçük sahibini hatırlayıp tanımıştı.

O dönemde ablam istememesine rağmen, tabii onun fikrini soran yoktu, bir Türk’le evlendi. Gerçekleşmesini istemediği olaya karşı duramadı. Evdekiler o kadar acılar içinde dahi ablamın namusunu koruyabilmiş olmasına şaşmışlardı.

Ben dükkânda iyi çalışıyordum; ağa benden memnundu; ama bir gün zaptiyeler bir Ermeni baba oğul yakalamış götürüyorlardı; ben de ilgilenip dükkândan dışarı koştum. Ağam çok kızdı; bana küfretti. Ben de zaten doluydum; onurum kırılmış halde dükkanı terk ettim. Ağa sonra arkamdan adam gönderdi; ama geri dönmedim. Zavallı ablalarımın Türklerle nasıl birlikte yaşayabildiklerini düşünüyordum. Ama bu artık olmuş bitmişti. Baba evimize gittim; ama içeri giremedim; hatta annemin tandır evinin yanına gömdüğü servetimizi almaya bile gitmedim. Bahçeye indim. Olgun meyveler yere düşmüştü. Sanki ağaçların, bitkilerin ağladığı hissine kapıldım. Geçmişteki mutlu günlerimizin canlılığını, yakınlarımı hatırladım; babamın kendi eliyle diktiği ağaçlardan birine sarıldım ve ağladım…

AVETİS NORİKİ NORİKYAN’IN TANIKLIĞI ( Doğum 1909, BURSA, YENİCE KÖYÜ )

Bizim Bursa’nın Yenice Köyünde İpek fabrikası vardı. Sülalemiz kendi ailelerini kurmuş olan üç erkek kardeşten oluşuyordu. Ailemizde ise, dokuz kişiydik: dört erkek kardeş, üç kız kardeş, babam, annem ve ninem.

Mudanya Limanına toplanmış olan halk çok zaiyat verdi. Biz yedi kişiydik. Her birimiz ayrı bir yöne kaçtık. Bir tarafımızda deniz, öbür tarafımızda da orman vardı. Ben o zaman hasta, aç ve yorgundum. Ama, mecburen herkesle birlikte Gemlik limanından Mudanya’ya kadar yürüdük. Köylerden geçiyorduk. Türkler bizi takip ediyordu. Küçük çocuğu olanlar çocuklarını yanlarında götüremiyorlar, onları yolda terk ediyorlardı; o çocuklar ölüyordu. Bizden önce gidenler çocuklarını yere bırakmış, hiç olmazsa nefes alabilmeleri için üstlerini de sepetlerle örtmüşlerdi. O zavallı yavrular sahipsiz kalmış, ağlıyorlardı. Biz onların ağlamasını duyuyor; ama, yardım edemiyorduk; zira, biz kendimiz de karaca yavruları gibi zar zor kayalara tırmanabiliyorduk. Ayağı kayan denize düşüyordu. Başka yol yoktu. Sonunda Mudanya limanına vardık. Çoğu kişi birbirini kaybetmişti. Ben babamla birlikteydim. Bütün Bursa Ermenileri oraya toplanmıştı. Bütün servetimizi o limanda bırakıp, gemiye bindik. Gemi bizi Marmara denizinden geçirerek Silivri’a ulaştırdı. Orada da pek çok muhacir vardı. Gemiden karaya indik ve Çorlu Şehri’ne gittik. Yunan Ordusu henüz oradaydı. 1946’da Bulgaristan’daki Silivri Şehri’nden Ermenistan’a göç ettik.

NATALYA AVETİSİ BARSEĞYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1889, KARS, TSIPNİ KÖYÜ)

Bizim sülalemize Darbinents adı verilirdi. Biz çok zengindik. Dayılarım, teyzelerim, amcalarım ve halalarım bizimle geldiler. Türk savaşından evvel, diğer Hıristiyan erkeklerle birlikte Ermeni savaşları vardı. O yüzden de biz evimizi-barkımızı, servetimizi bırakıp kaçtık. Annem dört kızını, Siranuş’u, Hıranuş’u, Nunik’i ve beni alıp mandaları arabaya koştu ve kaçtık. Büyük bir nehrin kenarına ulaştık. Amcam atıyla, sırayla bizi nehrin öbür yakasına geçirdi. Yolda anneler yorulup çocuklarını taşıyamıyor, onları yere bırakıp yollarına devam ediyorlardı. Biz büyüktük, yürüdük. Bir köye vardık ve bir evde kaldık. Tandırı yakıp kendimizi kuruttuk, ısındık. Orası Leninakan’dı [Şimdi Gyumri]. Ben ve ablalarım dışarı oyun oynamaya çıkmıştık; hava karanlıktı. Bizi öksüz sanıp, yetimhaneye götürmüşler. Annem “çocuklarım kayboldu” diye bağırmaya başlamış. Dayılarım ise, bizim yetimhaneye götürüldüğümüzü görenler olduğunu söylemişler. Sonra annem gelip bizi eve geri götürdü. Bogdanovka’ya gittik; orda da evlendim. Şimdi iyi bir oğlum, iyi bir gelinim ve iyi torunlarım var.

ARAKEL ĞAZARİ TAGOYAN’IN TANIKLIĞI (Doğum 1902, TERCAN, ÇIKHINLOTS KÖYÜ)

Köyümüz Tercan’ın Çıkhınlots köyüydü. Orada dört amcam Hayrapet, Davit, Ğazar, Vardan aileleriyle birlikte yaşıyorlardı. Ayvaz dayım bir gün dedi ki: “Bu çocuk rüyasında Halep Şehri’ni görmüş; hayırlı olsun.” Hacılar haricinde Türk ve Kürt ahali de toplanıp bizimle kurban eti yer, bizimle sevinir, şarkı söyler ve dans ederdi.

Bizim çevremizi sardılar ve şöyle dediler: “Haydi! Hazırlanın! Daha iyi bir yere gideceğiz. Jandarmaların yanında da bizi soymaya hazır bir grup Çerkez vardı. Saat, öğleden sonra saat birdi. Üç yüz kişiyi köyden dışarı çıkardılar. Parası olan, yanına aldı. Bizim köye bir buçuk saat mesafede Çamurlu adında bir köy vardı; amcamın kızı Sırbuhi oraya kadar yürüdü; ama, daha sonra yürüyemedi. Biz onu orada bırakıp devam ettik. Büyük bir nehrin kıyısına vardık; o, Mamahatun Nehri’nin başka bir nehirle birleştiği yerdi. O nehrin öteki yakasına geçtik. Hayrapet amcamın çocukları Ağun ve Varvara on yedi yaşında, Minas yirmi yaşında, Stepan on beş yaşındaydı. Öyle ki, onlar beş kişiydiler. Davit amcamın ise Şuşan isimli bir kızı vardı. Paytsar yeni evliydi; Sırbuhi ise duvarın dibinde kaldı. Sahak amcam, çocukları ve karısı ile birlikte yedi kişiydiler. Vardan amcam, Maryam, Zabel, Pilipos, Mayreni ile ben ve annem de vardık. Toplam on sekiz kişi olarak sürgüne gittik. Bizi götürüyorlardı; Mamahatun Nehri’nden geçtik. Karanlık basmıştı. Bir de baktık ki, Davit amcam bir jandarmayla geliyor. geldiler. Amcam ben sevdi, öptü. Jandarma silah omzunda duruyordu. Bizi kervandan çıkardılar. Amcam anneme: “Arakel benimle gelsin. Ben bu jandarmaya rüşvet verdim; kaçacağım. Bu kaçmamızı sağlayacak” dedi

Annem beni yanına aldı. Davit amcamın altı kişilik ailesi Çamurlu Köyü’ne doğru kaçtı. Yolda bir ses işitmişler. Bakmışlar ki, sesin sahibi Sırbuhi. Ağaç dalları kesip sedye yapmışlar; Sırbuhi’yi üstüne yatırıp tanıdıkları Kürt Ğazo’nun evine götürmüşler ki, dinlensin. Öyle ki, bütün amcalarım kaçtılar. Gidip bakmışlar ki, Sırbuhi de orada. Sonra amcalarım gidip Andranik’in birliğine katılmışlar. Sonra Andranik hepsini Eçmiyatsin’e götürmüş. O zamanlar, Sovyetler Birliği artık kurulmuştu. İki amcam Tiflis’e gitmiş; Davit amcam ve Harputlu bir karısı olan oğlu ise, gelip Kirovakan’a (şimdiki adı Vanadzor’dur) yerleşmişler. Ama altınlarımızı kovanların altındaki tümseklerin içine gömdüğümüz için, amcam altınları almaya gitmiş. Gitmiş ve bir daha geri gelmemiş. O dönemde ben bir rüya gördüm: Amcamın başında keçi boynuzu çıkmıştı. Başının belada olduğunu hissettim.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ